C
Celil
Guest
Konu Sahibi
Sancar, şunları söyledi:
"İki gün önce Kobanî’de karanlığın nasıl yenildiğini hatırlamak ve hatırlatmak için tarihi bir günü geride bıraktık. 1 Kasım Dünya Kobanî ile Dayanışma Günü’ydü. Kobanî halkının 2014'teki başarısı başta Kürt halkı olmak üzere dünyanın tüm ezilenlerinin gurur nişanıdır. Tüm dünyanın şahitlik ettiği bir mücadeleyi hafızalarda yaşatmak tarihi bir borçtur. Kobanî halkının mücadelesi sadece IŞİD karanlığını engellemekle kalmadı, yeni bir yaşamın birlikte eşit özgür yaşamın tohumlarını da ekti. "Düştü, düşüyor" diyenlere inat Kobanî halkı hala ayaktadır ve özgür geleceğini özgüvenle inşa etmektedir. Dünya halklarının özlemini duyduğu enternasyonalist dayanışma, Kobanî’de ete kemiğe bürünmüştür. Birkaç sene önceye kadar herkesin imkansız diye baktığını başaran, Ortadoğu'da bir kadın devrimi yapan ve bir halkın gerçekliğini yaşatandır. Bu nedenle bir kez daha buradan huzurlarınızda da selamlıyoruz ve bu mücadelenin bir umut ve arayış özlemini dile getirdiğini ve büyüdüğünü tekrar hatırlatıyoruz. Savaş tezkereleriyle bu dayanışmayı baltalamakta inat edenlere karşı bizler özgür ve eşit ortak yaşamı kurmakta inat ediyoruz. Bu ısrarımızdan da asla vazgeçmeyeceğiz.
"HDP kararlı yürüyüşünü sürdürürken büyümektedir"
Yarın 4 Kasım. Yani partimize yönelik siyasi darbenin 5’inci yıl dönümü. Ben bu vesileyle önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere tutsak bulunan bütün arkadaşlarımıza buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. 4 Kasım bir siyasi darbeydi, bir siyasi rehin alma operasyonuydu. Çünkü bu hukuk dışı operasyonu demokratik siyasete, halkların demokrasi ve barış taleplerine karşı yapmışlardır, halkın iradesine bir darbe olarak örgütlemişlerdir. 4 Kasım'dan bu yana son 5 yıllık darbe sürecinde eş genel başkanlarımız, vekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz, üyelerimiz dahil 10 binden fazla siyasetçi gözaltına alınıp tutuklandı. Arkadaşlarımızın milletvekilliği düşürüldü. Daha bugün, bu sabah önceki dönem Adıyaman Milletvekilimiz Behçet Yıldırım'ın evine sabah baskını yapıldı, aramalar bahanesiyle evi tarumar edildi. Ve biraz önce de öğrendik ki gözaltına alındı. Yani siyasi darbe operasyonu tüm hızıyla devam ediyor ama HDP'nin direnişi de tüm inadıyla sürüyor. O nedenle HDP ayaktadır. O nedenle HDP bu kararlı yürüyüşünü sürdürürken büyümektedir, güçlenmektedir, halkın umut kaynağı olmaya devam etmektedir.
"Yaptıkları iktidarı kesmiyor çünkü HDP'ye diz çöktüremiyor"
Darbeci iktidar Türkiye'nin üçte birinde seçimleri ve seçim sonuçlarını yok saydı, halkımızın binbir emekle kazandığı belediyelere el koyarak kayyım atadı. Bu da yetmedi, HDP hakkında hukuktan, delilden, mantıktan yoksun Kobanî Kumpas Davası açıldı. Bu dava hukukun, yargının değil Saray'ın davasıdır. Bu da yetmedi, partimiz hakkında siyasi intikam amaçlı bir kapatma davası açtılar. Bu da Saray ve küçük ortağının mimarı olduğu bir siyasi tasfiye operasyonudur. Bu da yetmedi, saldırılarını cinayetlere dönüştürdüler. İzmir İl Binamıza saldırı yapıldı, Deniz Poyraz yoldaşımız katledildi. Onu bir kez daha rahmetle, sevgiyle ve minnetle anıyorum. Burada bütün bunlar yetmiyor. Her sabah bir ilimizde gözaltı haberleri gelmeye devam ediyor. Bunların hiçbiri kesmiyor iktidarı, neden kesmiyor? Çünkü ne yaparsa yapsın HDP'ye diz çöktüremiyor, ne yaparsa yapsın HDP'nin kararlı demokrasi, barış ve adalet yürüyüşünü durduramıyor. Davalar açıyor olmuyor, saldırılar yapıyor yine olmuyor. Her türlü yasak, baskı yöntemini devreye sokuyor. Olmuyor, olmuyor, olmayacak da.
"7 Haziran sonrası uygulanan düzen bir kuşatma düzenidir"
2015 7 Haziran seçimlerinden sonra yeni bir konsept devreye soktular. Yeni bir savaş konsepti. Bu savaş konseptiyle, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü halle derinleştirilmesini hedeflediler. Ve bütün ülkeyi bir darbe bataklığına sürüklediler. Bu süreç sadece HDP ile sınırlı değildir, bunu hep söylüyoruz. Bu süreç sadece HDP'yi hedef almakla kalmıyor. Hedef, sadece Kürt halkı değildir demeyi sürdürüyoruz. Bu süreç, tüm demokrasi güçlerine, toplumsal muhalefete ve demokratik her türlü mücadele girişimine ve gücüne karşı darbe ve kuşatma düzenidir. Bunu bir kez daha hatırlatalım. Olağanüstü hal ilanı, Kanun Hükmünde Kararnameler ile kamudan yüz binlerce insanın ihracı, demokratik kurumların, gazetelerin, televizyonların kapatılması, işkenceler, hak ihlalleri, yaşam hakkının gaspı sistemli olarak yaygınlaştırıldı. Gözaltı ve tutuklamaların hukuksuzca sürdürülmesi, insanların sokak ortasında kaçırılması işte bu darbe ortamın sonuçlarıdır.
"İktidar çöktürme planında ısrar ettikçe kendisi çöküyor"
Bütün bunlar demokrasiyi, HDP'yi, demokrasi güçlerini, barış umudunu ve özgür gelecek özlemini yok etmek amacıyla yürütülmektedir. Bunun adı toplumu ve demokrasi mücadelesini çöktürme planıdır. Fakat bu iktidar çöktürme planında ısrar ettikçe kendisi çöküyor. Çökmeyi durduramıyor. Evet, çökertmek istediği güçleri engelleyemedikçe kendisi çöküyor, çözülüyor. Bu iktidar çözüldükçe toplumu da yozlaştırmak istiyor. Bütün bunlara karşı hep birlikte mücadele etme gereğinin ne kadar önemli olduğunu her vesileyle her fırsatta yine dile getireceğiz, dile getirmeye devam edeceğiz.
"4 Kasım darbesi faşizmi kurumsallaştırma sürecidir"
Kurdukları savaş, talan ve rant düzeninin bekasını sağlayabilmek için bunun karşısında tehdit olarak gördükleri demokrasi mücadelesinin her bir öznesini tasfiye etmeyi amaçlıyorlar. Bu anlamda 4 Kasım darbesi demokrasiyi kalan kırıntılarıyla da tümden tasfiye etme ve faşizmi kurumsallaştırma sürecidir. Bu sürece karşı dimdik hayatta duranlar, mücadele edenler bu iktidarı ve bu planları boşa çıkarmaya da devam ediyorlar. HDP'yi durduramadılar, susturamadılar, HDP'ye diz çöktüremediler! Halkımızın demokratik siyasetteki ısrarını engelleyemediler; demokrasi güçlerinin, emekçilerin, kadınların, gençlerin demokrasi ve özgürlük yürüyüşünü durduramadılar. Tüm darbe yöntemlerine rağmen amansız mücadele eden, her gün daha da büyüyen, güçlenen barajları, tuzakları, oyunları bir bir boşa çıkaran bir HDP'yi karşılarında gördükçe öfkelendiler ve bu öfke onları aciz duruma düşürdü. Öfkelendikçe zayıfladılar, hırçınlaştıkça acze düştüler. Ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar; ama biz ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. O nedenle bu yolda kararlılıkla yürüyoruz, o nedenle büyüyoruz, o nedenle güçleniyoruz. O nedenle bu ülkeye yeni bir başlangıcın yolunu, demokratik dönüşümün kapılarını açmaya aday en güçlü siyasi aktör konumuna geliyoruz.
"Kadın ve gençlerin kararlı duruşu iktidarı çürümenin yoluna sürüklüyor"
Gençlerin ve kadınların her gün büyüyen cesaretini ve mücadelesini karşılarında gördükçe eskiye en eskiye sığınmaya başlıyorlar. Çünkü kadınlar ve gençler bu ülkenin geleceğini temsil ediyorlar. Bu kesimlerin, özellikle gençlerin kararlı duruşu ve inançlı yürüyüşü bu iktidarı ve bu iktidara benzeyen kendine muhalefet diyen güçleri çürümenin yoluna, bataklığına sürüklüyor. Çözülmüş, iflas etmiş yöntemlere yeniden ve yeniden başvuruyorlar. Bu topraklara büyük umut yayan, işte bu onurlu mücadele geleneğimizdir. Bu mücadele geleneği ne baskılardan geçti, ne zulümler gördü ama her seferinde bu acıları yeni umudun kaynağı haline getirmeyi başardı. “İntikam değil, özgür gelecek” dedi. Bizler öfkemizi yıkıcı enerjiye değil, yeni demokratik inşaya yönlendiriyoruz. İşte bu onların öfkelerini daha da arttırıyor, acziyetlerini daha da büyütüyor. Çünkü karşılarında ne yaparlarsa yapsınlar acıya yenilmeyen, öfkeye boğulmayan, tam tersine özgür gelecek ve eşit ortak yaşam mücadelesini büyüten büyük bir halk kitlesi görüyorlar. İşte HDP tam da budur.
"HDP'yi konumlandıranlara da hatırlatalım: HDP tam da halkın içine konumlanmıştır"
HDP'yi bilmem nereye konumlandıranlara da hatırlatalım. HDP tam da halkın içine konumlanmıştır. HDP umut adresi olmaya konumlanmıştır. HDP eşit ortak yaşam, demokratik gelecek ve özgürlük hedefine konumlanmıştır. Anlatacak hikayesi kalmayanlar, biraz önce de söyledim, hemen eski düzenin ve bu düzenin en amansız temsilcisi olan bugünkü iktidarın güvenli gölgesine sığınıyorlar ama unutuyorlar bu gölgenin herhangi bir güven sağlayacak bir gücü kalmamıştır. Eğer iktidarın gölgesi bir kurtarıcı olsaydı, o önce bu iktidarı kurtarırdı. Oysa görüyoruz ki iktidar her gün daha fazla çöküyor, halkın desteğini kaybediyor, bir bütün olarak kaybediyor. Kim ki boş sözlerle HDP'ye saldırmak adına iktidarın diline ve politikalarına yanaşırsa aynı kaderi paylaşacaktır. Yani karanlık bir kuyuya giden yolda yürümeye hız verecektir. Ve o karanlık kuyuya düştüklerinde her şeyin çok geç olduğunu fark edeceklerdir. Çünkü çürüyeceklerdir, çünkü unutulacaklardır. Halkın hafızası bu toplumun hafızası umudu istiyor, demokrasi istiyor, özgür ve eşit bir yaşamı istiyor, refah istiyor. Yeniden bu boş söylemlere başvurmanın, medet ummanın tek adı vardır: Acizlik. İktidar ne kadar acizse HDP'ye iktidarın diliyle saldıranlar da o kadar acizdir!
"HDP güçlendikçe bu ülkede hem parlamentoda hem yönetimde kilit güç olmaktadır"
Şair Can Yücel'in çok uzun güzel bir şiiri var. “Her şey sende gizli” adlı şiiri. Diyor ki “Bir gün yalan söyleyeceksen eğer bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün”. O nedenle tekrar söylüyoruz. Eğer yalan söyleyecekseniz bile karşıdakine güven vermeyi becererek yapın. Yalanla güven yaratmanın imkanı yok biliyoruz, ama eleştirileri, itirazları, yüzlerine söylenen hakikatleri hazmedememek nedir görüyoruz. 4 Kasım Darbesi ile tasfiye etmeyi planladıkları HDP'nin bırakalım tasfiye edilmeyi; fikriyatıyla, ilkeleriyle ve çözüm politikalarıyla bugün bu ülkenin temel sorunlarının aşılacağı bir anahtar rolünü üstlendiğini de herkes görüyor. Bazı çevrelerin telaşı bundandır. Müesses nizamdan medet ummalarının nedenlerinden biri de budur. HDP güçlendikçe bu ülkede hem parlamentoda hem yönetimde kilit güç olmaktadır, olacaktır ve bunu en yakın zamanda bütün çevreler en başta halklarımız tecrübe edeceklerdir. Biz bu yoldan vazgeçmeyeceğiz. Biz bu hedeflerden sapmayacağız.
"Hakikatle yüzleşin, halkla barışın!"
HDP'siz bir siyaset, HDP'siz bir parlamento, HDP’siz demokrasi ve HDP'siz bir gelecek ve de HDP’siz bir demokratik dönüşüm mümkün değildir. Bunu bir “unutma kağıdına” yazın ve her gün görebileceğiniz bir yere asın. Bunu inkar edenlere sesleniyorum, bu sözleri kağıda yazın, hakikati tanımanıza yardımcı olacak. Hakikatle ilişkiden uzaklaştığınız ölçüde halktan da uzaklaşıyorsunuz. Sadece devlet aparatının güvencesinde varlıklarınızı sürdürme hesaplarına kapılırsınız. Bu hesabı yapanların hepsi nasıl DEP darbesinden sonra bugün tarihin çöplüğünde iseler, bugün aynı şeyi yapanlar da çok kısa zamanda yarın tarihin çöp sepetine gideceklerdir. Hakikatle yüzleşin, halkla barışın! Size önerimiz budur. Bizim yaptığımız da budur, hakikatle yürüyoruz. Toplumun bütün kesimleriyle müzakere istiyoruz, partiler değil burada adres toplum.
"Mağdurlar ittifakı kuracağız"
Bu sözleri söylediğimizde özellikle iktidar medyası hemen cımbızlayarak, “işte şuna buna ayar verdi” gibi manşetler atıyorlar. Bizim hedefimiz toplumun bütün kesimleriyle diyalogdur, toplumun bütün kesimleriyle müzakeredir. Korkusu olanların korkusunu dinlemeye, kaygısı olanların kaygısını dinlemeye hazır bir halk partisi vardır. Halkların partisi vardır, Halkların Demokratik Partisi vardır. Her gün büyütmeye çalıştığımız demokrasi ittifakının da adresi tam da toplumun bütün ezilenleri, dışlananları, sömürülenleri, mağdur edilenleridir. Bu güçlü birlikteliği kurabileceğimize inancımız tamdır. Bugün tereddüt gösteren kesimlerin tereddütlerini de anlayabiliriz. Yine toplum kesimlerini, yine demokrasi güçlerini kastediyorum. İşte onlar da bu tereddütlerini bizimle diyalog ve müzakere yürüterek gidereceklerdir. Daha doğrusu biz gidereceğiz o kaygıları, birlikte ortak paydalarda, temel ilkelerde buluşmayı hep birlikte sağlayacağız. Öyle güçlü bir ezilenler, dışlananlar, sömürülenler, eziyet görenler, mağdurlar ittifakı kuracağız ki bu ülkede herkesin sözünü söyleyebileceği güçlü bir temsiliyeti bu parlamentoya böyle getireceğiz, böyle yerleştireceğiz.
"Savaş karşıtı toplumsal blok genişlemektedir, daha da genişletmeliyiz"
Geçtiğimiz hafta Meclis'te bir tezkere görüşüldü. Evet, Türkiye siyasetinde ileride bir eşik olarak kabul edilecek gelişmelere de tanıklık ettik. Türkiye'de yıllardır her krizin ucunda yer alan, toplumu uçurumdan uçuruma sürükleyen ve darbe mekaniklerini sürekli harekete geçiren savaş bloku, savaşa hayır diyenleri zavallıca hedef haline getirmeye, savaş borazanlığı yapmaya devam ederken, savaşa karşı duran sağduyulu kesimler de savaşın yıkıcılığını, savaş blokunun neyi amaçladığını anlamaya ve anlatmaya devam ediyorlar. Savaş karşıtı toplumsal blok genişlemektedir. Şimdi savaş karşıtlığı birlikteliğini, savaş karşıtı bloku daha da genişletmek zorundayız. Bunun üzerine bir de büyük bir barış hareketi kurmamız gerekiyor. Önce savaşa karşı durmayı ilkesel bir birliktelik haline getireceğiz. Bunun üstüne de sağlam, onurlu ve kalıcı barışı hedefleyen Büyük Barış Hareketini inşa edeceğiz. Geleceğimizin en önemli kaynağı, geleceği inşa etmemizin en önemli kaynağı, savaş karşıtı geniş bloktan sağlam onurlu barışı hedefleyen Büyük Barış Hareketi'ne giden yolda yatıyor. Biz neden hayır dedik? Aslında açıklamaya gerek yok, bu söylediklerimin hepsi “hayır” dememizin nedenlerini gayet açık ortaya koyuyor ama bir kez daha sıralayalım. İktidar kendi çıkarları uğruna yaptığı savaşa milli beka, karşı çıkana da terörist deme riyakarlığını sürekli yaptığı için “hayır” dedik.
"Bu düzen en büyük soygun düzenidir"
Savaş politikaları; yağmalanmış ekonomi, çarpıtılmış tarih ve gerçekliğin gündelik gaspından başka bir anlama gelmediği için hayır dedik. Bu iktidar düzeni panik ekiyor, halkın güvenlik duygularını, güven içinde yaşama duygularını sömürüyor, savaş tehdidiyle korkuyu büyüterek yine toplumun çoğunluğunu kendine mecbur etmeye çalışıyor. Tıpkı 7 Haziran- 1 Kasım 2015 arasında olduğu gibi... Halkı yalnızlığa mahkum etmek için yıllardır harcadıkları bu çaba epeyce sonuç da verdi ama artık bu değirmenin suyu bitti. Bu değirmene su taşıyan kaynaklar kurudu; halkın büyük bir çoğunluğu savaşın ne demek olduğunu, savaş politikalarının sonuçlarının ne olduğunu gayet iyi görüyor. Bunların yarattığı sistem; yozlaşmayı alkışlamakta çok çalanı ödüllendirmekte, küçücük çalmaya da çok ağır cezalar vermektedir. Esas en büyük soygun düzenidir. Bu sistem yozlaşmadan başka bir sonuç üretemez. Toplumun her kesimini de her kesiminin temsilcilerini de bu yozlaşmaya ortak etmeye çalışıyor. Birkaç kere dile getirdim, bir kez daha söyleyeyim. Hedefte şimdi Alevi kurumları var. Alevi kurumlarına rüşvet dağıtma anlamına gelecek çeşitli vaatlerle yakınlaşmaya çalışıyorlar. Sanki Alevi toplumu bu tuzağa düşecekmiş gibi. Bu oyunlara en son düşecek kesim, bu oyunlara en son prim verecek toplum kesimi Alevilerdir. Bunu bilsinler. Ahlak, vicdan, adalet inancı olan Aleviliğin kurumları da bireyleri de bütün bu yozlaştırma operasyonunu en kısa zamanda en etkili şekilde boşa çıkaracaktır. Bunu da herkese göstereceklerdir.
"Kürt toplumunu çürütme oyunlarını mutlaka boşa çıkaracağız"
Yozlaştırma politikalarını her alana yayıyorlar. Yandaş yaratıyorlar, Kayyımlar eliyle bizzat Kürt şehirlerinde kendilerine bağlı bir sınıf yaratmaya gayret ediyorlar. Yarattıkları bu sınıfın kendilerini ayakta tutabileceğini düşünüyorlar. Sürekli rant aktarıyorlar. Bu da yetmiyor, toplumu yozlaştırmak için en kirli yöntemleri kullanıyorlar. Fuhuşu teşvik ediyorlar, Kürt gençleri arasında uyuşturucuyu yaygınlaştırmak için her türlü kirli yöntemi kullanıyorlar. Kayyım rejimi tıpkı bu düzenin kendisi gibi yalan, talan ve yozlaştırma rejimidir. Bu rejime karşı hepimizin günlük hayatta her an ve her dakika uyanık olmakta zorunluluğumuz vardır ve bu oyunları boşa çıkaracak mücadeleyi büyütme mecburiyetimiz vardır. Bu yozlaştırma politikalarının toplumda yaratacağı tahribatın büyüklüğünü iyice kavramımız gerekiyor. Bizlerin anlatması, bizlerin göstermesi gerekiyor. Gençlik Meclisimiz bu konuda çalışmalar yürütüyor, onları buradan kutluyorum ama yetmez. Hepimizin, her bir kesimin bu konuda çok daha duyarlı ve çok daha kararlı olması gerekiyor. Bu mekanizmaları; toplumu çürütme, Kürt toplumunu çürütme oyunlarını mutlaka boşa çıkarmak zorundayız. Boşa çıkaracağız da, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
"Barışı büyük bir hareketin hedefi haline getirmenin şartları daha kuvvetlidir"
Yine tezkere ile bağlantılı olarak söyleyeyim. Meclis’te sandalye çoğunluğuna güvenerek bu tezkereleri geçirenler ve bunlara destek verenler bilmelidir ki, Türkiye halklarının ezici çoğunluğu savaş istemiyor. İstediği şey kalıcı barıştır. İktidarın savaş politikalarına rıza üretebileceği bir toplumsal karşılık artık kalmamıştır. Bu tezkere iktidarın kendi koltuğunu kollama ve koruma manevrasıdır. Halkların özgür gelecek ve eşit ortak yaşam arayışına karşı operasyon yapmanın hazırlıklarının delili ve belgesidir. Tezkereye hayır oyları üzerinden önemli bir zemin oluşmuştur. Barışı şimdi daha da büyük bir talep ve büyük bir hareketin hedefi haline getirmenin şartları daha kuvvetlidir. Bunları birlikte yapmamız gerekiyor. Birlikte de yapacağız.
"Halk derin bir yoksulluğa mahkum edilmiştir"
Bu iktidar zamlara doymuyor. Bu zamların, ekonomideki çöküşten ranta, savaşa ve Saray'a kaynak anlayışından bağımsız olmadığını tekrar hatırlatalım. Bugün enflasyon oranları açıklandı. TÜİK'in resmi enflasyon oranı yüzde 2.39, bu sadece Ekim ayı enflasyon oranı. Yıllık enflasyon gıdada yüzde 27.41 olmuş. Bu rakamların gerçeği ne kadar yansıttığı konusunda elbette hepimizin de çok açık net fikirleri var. Mesela Enflasyon Araştırma Grubu diye bir çalışma grubu var, çok değerli işler yapıyor. Onların hesaplamasına göre Ekim ayı enflasyonu 6.9, yıllık enflasyon ise yüzde 49.87. Yani % 50'ye yakın. Gerçek bu. Biz sokaktayız. Her gün halkın içindeyiz. Ülkenin her yerindeyiz. “HDP'liyiz Her Yerdeyiz” kampanyasında bunu yaptık. Ve şimdi deklarasyonumuzu diğer kesimlerle paylaşmayı sürdürüyoruz. Her gün sokaktayız; esnafın, köylünün yanındayız. Gördüğümüz gerçeği esas alırız. Halk derin bir yoksulluğa mahkum edilmiştir. Türkiye'de açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan var ve her enflasyon yükselişinde bunlara yeni milyonlar ekleniyor. İşte bütün bu sonuçlar, iktidarın bir avuç sermayeye bir grup yandaşa rant aktarma politikasındandır. Türkiye'nin bütçesinin önemli bir kısmını savaş politikasına tahsis etmesindendir. Savaşla yoksulluk arasında kopmaz bir ilişki vardır. Savaşlarda bir avuç sermayedar zengin olur. Milyonlara düşen ise sadece evlatlarını kurban vermek değil. Yetmiyor. Bir de ekmeklerinden aşlarından olmaktır. İşte bu nedenle halkın onurlu bir yaşam sürmesi, ekmeğini aşını büyütmesi için savaş karşıtı olmak zorundayız. Bir adım öteye geçerek Büyük Barış Hareketini oluşturmak mecburiyetindeyiz.
"Halka kan kusturanların bu politikalarını durduracağız"
Halkın sesinin yükselmesi önemlidir. Yine bir şairden bir dize okuyacağım. “Dağılmış pazar yerlerine benziyor memleket” diyor “Mendilimde kan sesleri” şiirinde büyük ozan Edip Cansever. Ve bu politikalarla memlekete kan kusturuyorlar. Edip Cansever'den aynı şiirden dizeler aktarayım. “Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri.” Evet söyleyelim bir mendil niye kanar? Halk kan kustuğu için. Kanayan diş değil, kanayan tırnak değil halkın ciğeridir, halkın yüreğidir. Bu iktidar ve bu düzen halka kan kusturduğu için mendillerden kan sesleri geliyor. Biz işte bunu durduracağız. Savaşa karşı demokratik siyasette kararlı yürüyüşümüzü, Türkiye'nin sorunlarına çözüm üretme irademizi sağlam tutarak ve daha da büyüterek yolumuza devam edeceğiz. Halka kan kusturanların bu politikalarını durduracağız. Halkın mendili karanfil kokmalıdır karanfil, kan değil!
"Savaşa hayır demek, ekonomik talanı sona erdirir"
Bizler bugün barış dedikçe iktidarın aklına gelen şey "savaş kararlarımızın önünde diz çökün, bize biat edin” demek oluyor. Biz de diyoruz ki hayır! Çünkü bu savaş politikalarının bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına kan kusturduğunu görüyoruz. Asla bunun karşısında, savaş politikaları karşısında diz çökmeyeceğiz. Biz böyle bir gelenekten geliyoruz. Barış içinde yaşama hedefi ve mücadelesi bizim varlık sebebimizdir. Kamuoyu da bilmelidir ki savaşa hayır demek, ekonomik talanı sona erdirir. Evet demek ise yolsuzluğu, yoksullaşmayı ve kirlenmeyi büyütür. Şimdi yaşadığımız gerçeklik budur. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına doğru ilerliyoruz. 2 sene kaldı. İlk yüzyılda Cumhuriyet demokrasi ile bir türlü buluşamadı. Bugünkü tek adam rejimi geçmişteki tek parti döneminden, askeri darbe ve otoriter yönetimlerden farklı değildir. Daha doğrusu o gelenekten beslenmektedir. Bugünkü iktidar tek parti anlayışından, darbeci zihniyetlerden beslenmektedir. Ve bunları her gün daha da ileriye götürmektedir. Bu tekçi toplum ve devlet anlayışı, Cumhuriyetin ilk yüzyılına maalesef damga vurmuştur.
Şimdi bizlerin yapması gereken şey Cumhuriyetin ikinci yüzyıla girerken artık demokrasiden, demokratik cumhuriyetten kaçışın mümkün olmadığını herkese anlatmaktır. Bu ülkenin gençleri hiç olmadığı kadar bir arada yaşama iradesini yükseltiyor. Farklılıklarına rağmen ortak bir gelecek kaygısı taşıyor ve özgürlük, demokrasi, nefes alma talepleri gün geçtikçe büyüyor. Sürekli olarak demokrasiden kaçan tekçi anlayış, bu toplumun bir arada yaşama iradesi ve tüm baskılara rağmen tekleştirilemeyen farklılıklar karşısında bedenlere dar geliyor.
"Üçüncü Yol demokratik cumhuriyeti inşa etmektir"
İşte Cumhuriyetin bu ilk yüzyılından bir yaşadıklarımız ve toplumun çoklu taleplerine tekçi yanıt üreten iki yol dışında bir seçenek sunuyoruz: Üçüncü Yol. Üçüncü Yol kısaca nedir diye sorarsanız uzun uzun anlatırım ama sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim. Üçüncü Yol demokratik cumhuriyeti inşa etmektir. Cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak, iç içe geçirmek, ayrılmaz hale getirmektir. Üçüncü Yol "biz bize benzeriz" diyenlerin değil, "biz bize saygı duyarız, haklarımızı tanırız" diyenlerin yoludur. Mevcut merkeziyetçi, otoriter, anti demokratik siyasal sisteme düzene itirazı olanların gücünü açığa çıkarma, bu gücü örgütleyerek demokratik ve özgürlükçü bir siyasal düzen yaratma çabasıdır. Türkiye'nin Kürt sorunu başta olmak üzere toplumsal ve siyasal sorunlarını derinleştiren anlayışlara karşı çözümü, halkta, toplumda, eşit ortak yaşamda özgür gelecekte aramaktır Üçüncü Yol.
Kimliği, kültürü, dili ve dini ile her alanda tek tip bir ülke ve toplum dayatmalarına karşı çoğulcu, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı özgürlükçü ve demokratik bir ülkeyi savunmaktır. Üçüncü Yol özgürce bir arada yaşamak, ekmeği de kimliği de paylaşmaktır, demokratik seçenektir. Bu ülkenin geleceğini inşa etmek için en aydınlık, en ferah yoldur. Noam Chomsky’nin de dediği gibi “demokrasi insanların izleyici değil oyuncu olduğu bir sistemdir.” Bu sistemin sahnesi de cumhuriyettir.
"Demokrasi olmadan cumhuriyeti koruyamazsınız"
Gelin ikinci yüzyıla giderken Üçüncü Yolda birleşelim. İlk yüzyılla yüzleşelim ve demokratik cumhuriyeti hep birlikte inşa edelim! Demokrasisiz cumhuriyette ısrar sadece demokrasiyi değil, bizatihi cumhuriyeti de gözden çıkarmaktan başka bir sonuç üretmez. Yani cumhuriyet demokrasi ile buluşmadıkça ve iç içe geçmedikçe, cumhuriyetten de geriye bir şey kalmayacak diye ciddi ciddi düşünmesi gerekiyor insanların. “Cumhuriyet yeter, demokrasiden gerektiğinde vazgeçilir” diyenler, cumhuriyeti de gözden çıkarmışlardır. O nedenle diyoruz ki eğer cumhuriyeti hakikaten savunuyorsanız, demokrasi olmadan onu koruyamazsınız. Demokratik cumhuriyete giden yol işte bizim inşa ettiğimiz, büyüttüğümüz, yürüdüğümüz yoldur. Bu yolda başarı kazanacağımızdan şüphemiz yoktur, halklarımız da buna inansın. Yolumuz açıktır. Hepinizi tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyorum." dedi.
"İki gün önce Kobanî’de karanlığın nasıl yenildiğini hatırlamak ve hatırlatmak için tarihi bir günü geride bıraktık. 1 Kasım Dünya Kobanî ile Dayanışma Günü’ydü. Kobanî halkının 2014'teki başarısı başta Kürt halkı olmak üzere dünyanın tüm ezilenlerinin gurur nişanıdır. Tüm dünyanın şahitlik ettiği bir mücadeleyi hafızalarda yaşatmak tarihi bir borçtur. Kobanî halkının mücadelesi sadece IŞİD karanlığını engellemekle kalmadı, yeni bir yaşamın birlikte eşit özgür yaşamın tohumlarını da ekti. "Düştü, düşüyor" diyenlere inat Kobanî halkı hala ayaktadır ve özgür geleceğini özgüvenle inşa etmektedir. Dünya halklarının özlemini duyduğu enternasyonalist dayanışma, Kobanî’de ete kemiğe bürünmüştür. Birkaç sene önceye kadar herkesin imkansız diye baktığını başaran, Ortadoğu'da bir kadın devrimi yapan ve bir halkın gerçekliğini yaşatandır. Bu nedenle bir kez daha buradan huzurlarınızda da selamlıyoruz ve bu mücadelenin bir umut ve arayış özlemini dile getirdiğini ve büyüdüğünü tekrar hatırlatıyoruz. Savaş tezkereleriyle bu dayanışmayı baltalamakta inat edenlere karşı bizler özgür ve eşit ortak yaşamı kurmakta inat ediyoruz. Bu ısrarımızdan da asla vazgeçmeyeceğiz.
"HDP kararlı yürüyüşünü sürdürürken büyümektedir"
Yarın 4 Kasım. Yani partimize yönelik siyasi darbenin 5’inci yıl dönümü. Ben bu vesileyle önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere tutsak bulunan bütün arkadaşlarımıza buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. 4 Kasım bir siyasi darbeydi, bir siyasi rehin alma operasyonuydu. Çünkü bu hukuk dışı operasyonu demokratik siyasete, halkların demokrasi ve barış taleplerine karşı yapmışlardır, halkın iradesine bir darbe olarak örgütlemişlerdir. 4 Kasım'dan bu yana son 5 yıllık darbe sürecinde eş genel başkanlarımız, vekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz, üyelerimiz dahil 10 binden fazla siyasetçi gözaltına alınıp tutuklandı. Arkadaşlarımızın milletvekilliği düşürüldü. Daha bugün, bu sabah önceki dönem Adıyaman Milletvekilimiz Behçet Yıldırım'ın evine sabah baskını yapıldı, aramalar bahanesiyle evi tarumar edildi. Ve biraz önce de öğrendik ki gözaltına alındı. Yani siyasi darbe operasyonu tüm hızıyla devam ediyor ama HDP'nin direnişi de tüm inadıyla sürüyor. O nedenle HDP ayaktadır. O nedenle HDP bu kararlı yürüyüşünü sürdürürken büyümektedir, güçlenmektedir, halkın umut kaynağı olmaya devam etmektedir.
"Yaptıkları iktidarı kesmiyor çünkü HDP'ye diz çöktüremiyor"
Darbeci iktidar Türkiye'nin üçte birinde seçimleri ve seçim sonuçlarını yok saydı, halkımızın binbir emekle kazandığı belediyelere el koyarak kayyım atadı. Bu da yetmedi, HDP hakkında hukuktan, delilden, mantıktan yoksun Kobanî Kumpas Davası açıldı. Bu dava hukukun, yargının değil Saray'ın davasıdır. Bu da yetmedi, partimiz hakkında siyasi intikam amaçlı bir kapatma davası açtılar. Bu da Saray ve küçük ortağının mimarı olduğu bir siyasi tasfiye operasyonudur. Bu da yetmedi, saldırılarını cinayetlere dönüştürdüler. İzmir İl Binamıza saldırı yapıldı, Deniz Poyraz yoldaşımız katledildi. Onu bir kez daha rahmetle, sevgiyle ve minnetle anıyorum. Burada bütün bunlar yetmiyor. Her sabah bir ilimizde gözaltı haberleri gelmeye devam ediyor. Bunların hiçbiri kesmiyor iktidarı, neden kesmiyor? Çünkü ne yaparsa yapsın HDP'ye diz çöktüremiyor, ne yaparsa yapsın HDP'nin kararlı demokrasi, barış ve adalet yürüyüşünü durduramıyor. Davalar açıyor olmuyor, saldırılar yapıyor yine olmuyor. Her türlü yasak, baskı yöntemini devreye sokuyor. Olmuyor, olmuyor, olmayacak da.
"7 Haziran sonrası uygulanan düzen bir kuşatma düzenidir"
2015 7 Haziran seçimlerinden sonra yeni bir konsept devreye soktular. Yeni bir savaş konsepti. Bu savaş konseptiyle, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü halle derinleştirilmesini hedeflediler. Ve bütün ülkeyi bir darbe bataklığına sürüklediler. Bu süreç sadece HDP ile sınırlı değildir, bunu hep söylüyoruz. Bu süreç sadece HDP'yi hedef almakla kalmıyor. Hedef, sadece Kürt halkı değildir demeyi sürdürüyoruz. Bu süreç, tüm demokrasi güçlerine, toplumsal muhalefete ve demokratik her türlü mücadele girişimine ve gücüne karşı darbe ve kuşatma düzenidir. Bunu bir kez daha hatırlatalım. Olağanüstü hal ilanı, Kanun Hükmünde Kararnameler ile kamudan yüz binlerce insanın ihracı, demokratik kurumların, gazetelerin, televizyonların kapatılması, işkenceler, hak ihlalleri, yaşam hakkının gaspı sistemli olarak yaygınlaştırıldı. Gözaltı ve tutuklamaların hukuksuzca sürdürülmesi, insanların sokak ortasında kaçırılması işte bu darbe ortamın sonuçlarıdır.
"İktidar çöktürme planında ısrar ettikçe kendisi çöküyor"
Bütün bunlar demokrasiyi, HDP'yi, demokrasi güçlerini, barış umudunu ve özgür gelecek özlemini yok etmek amacıyla yürütülmektedir. Bunun adı toplumu ve demokrasi mücadelesini çöktürme planıdır. Fakat bu iktidar çöktürme planında ısrar ettikçe kendisi çöküyor. Çökmeyi durduramıyor. Evet, çökertmek istediği güçleri engelleyemedikçe kendisi çöküyor, çözülüyor. Bu iktidar çözüldükçe toplumu da yozlaştırmak istiyor. Bütün bunlara karşı hep birlikte mücadele etme gereğinin ne kadar önemli olduğunu her vesileyle her fırsatta yine dile getireceğiz, dile getirmeye devam edeceğiz.
"4 Kasım darbesi faşizmi kurumsallaştırma sürecidir"
Kurdukları savaş, talan ve rant düzeninin bekasını sağlayabilmek için bunun karşısında tehdit olarak gördükleri demokrasi mücadelesinin her bir öznesini tasfiye etmeyi amaçlıyorlar. Bu anlamda 4 Kasım darbesi demokrasiyi kalan kırıntılarıyla da tümden tasfiye etme ve faşizmi kurumsallaştırma sürecidir. Bu sürece karşı dimdik hayatta duranlar, mücadele edenler bu iktidarı ve bu planları boşa çıkarmaya da devam ediyorlar. HDP'yi durduramadılar, susturamadılar, HDP'ye diz çöktüremediler! Halkımızın demokratik siyasetteki ısrarını engelleyemediler; demokrasi güçlerinin, emekçilerin, kadınların, gençlerin demokrasi ve özgürlük yürüyüşünü durduramadılar. Tüm darbe yöntemlerine rağmen amansız mücadele eden, her gün daha da büyüyen, güçlenen barajları, tuzakları, oyunları bir bir boşa çıkaran bir HDP'yi karşılarında gördükçe öfkelendiler ve bu öfke onları aciz duruma düşürdü. Öfkelendikçe zayıfladılar, hırçınlaştıkça acze düştüler. Ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar; ama biz ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. O nedenle bu yolda kararlılıkla yürüyoruz, o nedenle büyüyoruz, o nedenle güçleniyoruz. O nedenle bu ülkeye yeni bir başlangıcın yolunu, demokratik dönüşümün kapılarını açmaya aday en güçlü siyasi aktör konumuna geliyoruz.
"Kadın ve gençlerin kararlı duruşu iktidarı çürümenin yoluna sürüklüyor"
Gençlerin ve kadınların her gün büyüyen cesaretini ve mücadelesini karşılarında gördükçe eskiye en eskiye sığınmaya başlıyorlar. Çünkü kadınlar ve gençler bu ülkenin geleceğini temsil ediyorlar. Bu kesimlerin, özellikle gençlerin kararlı duruşu ve inançlı yürüyüşü bu iktidarı ve bu iktidara benzeyen kendine muhalefet diyen güçleri çürümenin yoluna, bataklığına sürüklüyor. Çözülmüş, iflas etmiş yöntemlere yeniden ve yeniden başvuruyorlar. Bu topraklara büyük umut yayan, işte bu onurlu mücadele geleneğimizdir. Bu mücadele geleneği ne baskılardan geçti, ne zulümler gördü ama her seferinde bu acıları yeni umudun kaynağı haline getirmeyi başardı. “İntikam değil, özgür gelecek” dedi. Bizler öfkemizi yıkıcı enerjiye değil, yeni demokratik inşaya yönlendiriyoruz. İşte bu onların öfkelerini daha da arttırıyor, acziyetlerini daha da büyütüyor. Çünkü karşılarında ne yaparlarsa yapsınlar acıya yenilmeyen, öfkeye boğulmayan, tam tersine özgür gelecek ve eşit ortak yaşam mücadelesini büyüten büyük bir halk kitlesi görüyorlar. İşte HDP tam da budur.
"HDP'yi konumlandıranlara da hatırlatalım: HDP tam da halkın içine konumlanmıştır"
HDP'yi bilmem nereye konumlandıranlara da hatırlatalım. HDP tam da halkın içine konumlanmıştır. HDP umut adresi olmaya konumlanmıştır. HDP eşit ortak yaşam, demokratik gelecek ve özgürlük hedefine konumlanmıştır. Anlatacak hikayesi kalmayanlar, biraz önce de söyledim, hemen eski düzenin ve bu düzenin en amansız temsilcisi olan bugünkü iktidarın güvenli gölgesine sığınıyorlar ama unutuyorlar bu gölgenin herhangi bir güven sağlayacak bir gücü kalmamıştır. Eğer iktidarın gölgesi bir kurtarıcı olsaydı, o önce bu iktidarı kurtarırdı. Oysa görüyoruz ki iktidar her gün daha fazla çöküyor, halkın desteğini kaybediyor, bir bütün olarak kaybediyor. Kim ki boş sözlerle HDP'ye saldırmak adına iktidarın diline ve politikalarına yanaşırsa aynı kaderi paylaşacaktır. Yani karanlık bir kuyuya giden yolda yürümeye hız verecektir. Ve o karanlık kuyuya düştüklerinde her şeyin çok geç olduğunu fark edeceklerdir. Çünkü çürüyeceklerdir, çünkü unutulacaklardır. Halkın hafızası bu toplumun hafızası umudu istiyor, demokrasi istiyor, özgür ve eşit bir yaşamı istiyor, refah istiyor. Yeniden bu boş söylemlere başvurmanın, medet ummanın tek adı vardır: Acizlik. İktidar ne kadar acizse HDP'ye iktidarın diliyle saldıranlar da o kadar acizdir!
"HDP güçlendikçe bu ülkede hem parlamentoda hem yönetimde kilit güç olmaktadır"
Şair Can Yücel'in çok uzun güzel bir şiiri var. “Her şey sende gizli” adlı şiiri. Diyor ki “Bir gün yalan söyleyeceksen eğer bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün”. O nedenle tekrar söylüyoruz. Eğer yalan söyleyecekseniz bile karşıdakine güven vermeyi becererek yapın. Yalanla güven yaratmanın imkanı yok biliyoruz, ama eleştirileri, itirazları, yüzlerine söylenen hakikatleri hazmedememek nedir görüyoruz. 4 Kasım Darbesi ile tasfiye etmeyi planladıkları HDP'nin bırakalım tasfiye edilmeyi; fikriyatıyla, ilkeleriyle ve çözüm politikalarıyla bugün bu ülkenin temel sorunlarının aşılacağı bir anahtar rolünü üstlendiğini de herkes görüyor. Bazı çevrelerin telaşı bundandır. Müesses nizamdan medet ummalarının nedenlerinden biri de budur. HDP güçlendikçe bu ülkede hem parlamentoda hem yönetimde kilit güç olmaktadır, olacaktır ve bunu en yakın zamanda bütün çevreler en başta halklarımız tecrübe edeceklerdir. Biz bu yoldan vazgeçmeyeceğiz. Biz bu hedeflerden sapmayacağız.
"Hakikatle yüzleşin, halkla barışın!"
HDP'siz bir siyaset, HDP'siz bir parlamento, HDP’siz demokrasi ve HDP'siz bir gelecek ve de HDP’siz bir demokratik dönüşüm mümkün değildir. Bunu bir “unutma kağıdına” yazın ve her gün görebileceğiniz bir yere asın. Bunu inkar edenlere sesleniyorum, bu sözleri kağıda yazın, hakikati tanımanıza yardımcı olacak. Hakikatle ilişkiden uzaklaştığınız ölçüde halktan da uzaklaşıyorsunuz. Sadece devlet aparatının güvencesinde varlıklarınızı sürdürme hesaplarına kapılırsınız. Bu hesabı yapanların hepsi nasıl DEP darbesinden sonra bugün tarihin çöplüğünde iseler, bugün aynı şeyi yapanlar da çok kısa zamanda yarın tarihin çöp sepetine gideceklerdir. Hakikatle yüzleşin, halkla barışın! Size önerimiz budur. Bizim yaptığımız da budur, hakikatle yürüyoruz. Toplumun bütün kesimleriyle müzakere istiyoruz, partiler değil burada adres toplum.
"Mağdurlar ittifakı kuracağız"
Bu sözleri söylediğimizde özellikle iktidar medyası hemen cımbızlayarak, “işte şuna buna ayar verdi” gibi manşetler atıyorlar. Bizim hedefimiz toplumun bütün kesimleriyle diyalogdur, toplumun bütün kesimleriyle müzakeredir. Korkusu olanların korkusunu dinlemeye, kaygısı olanların kaygısını dinlemeye hazır bir halk partisi vardır. Halkların partisi vardır, Halkların Demokratik Partisi vardır. Her gün büyütmeye çalıştığımız demokrasi ittifakının da adresi tam da toplumun bütün ezilenleri, dışlananları, sömürülenleri, mağdur edilenleridir. Bu güçlü birlikteliği kurabileceğimize inancımız tamdır. Bugün tereddüt gösteren kesimlerin tereddütlerini de anlayabiliriz. Yine toplum kesimlerini, yine demokrasi güçlerini kastediyorum. İşte onlar da bu tereddütlerini bizimle diyalog ve müzakere yürüterek gidereceklerdir. Daha doğrusu biz gidereceğiz o kaygıları, birlikte ortak paydalarda, temel ilkelerde buluşmayı hep birlikte sağlayacağız. Öyle güçlü bir ezilenler, dışlananlar, sömürülenler, eziyet görenler, mağdurlar ittifakı kuracağız ki bu ülkede herkesin sözünü söyleyebileceği güçlü bir temsiliyeti bu parlamentoya böyle getireceğiz, böyle yerleştireceğiz.
"Savaş karşıtı toplumsal blok genişlemektedir, daha da genişletmeliyiz"
Geçtiğimiz hafta Meclis'te bir tezkere görüşüldü. Evet, Türkiye siyasetinde ileride bir eşik olarak kabul edilecek gelişmelere de tanıklık ettik. Türkiye'de yıllardır her krizin ucunda yer alan, toplumu uçurumdan uçuruma sürükleyen ve darbe mekaniklerini sürekli harekete geçiren savaş bloku, savaşa hayır diyenleri zavallıca hedef haline getirmeye, savaş borazanlığı yapmaya devam ederken, savaşa karşı duran sağduyulu kesimler de savaşın yıkıcılığını, savaş blokunun neyi amaçladığını anlamaya ve anlatmaya devam ediyorlar. Savaş karşıtı toplumsal blok genişlemektedir. Şimdi savaş karşıtlığı birlikteliğini, savaş karşıtı bloku daha da genişletmek zorundayız. Bunun üzerine bir de büyük bir barış hareketi kurmamız gerekiyor. Önce savaşa karşı durmayı ilkesel bir birliktelik haline getireceğiz. Bunun üstüne de sağlam, onurlu ve kalıcı barışı hedefleyen Büyük Barış Hareketini inşa edeceğiz. Geleceğimizin en önemli kaynağı, geleceği inşa etmemizin en önemli kaynağı, savaş karşıtı geniş bloktan sağlam onurlu barışı hedefleyen Büyük Barış Hareketi'ne giden yolda yatıyor. Biz neden hayır dedik? Aslında açıklamaya gerek yok, bu söylediklerimin hepsi “hayır” dememizin nedenlerini gayet açık ortaya koyuyor ama bir kez daha sıralayalım. İktidar kendi çıkarları uğruna yaptığı savaşa milli beka, karşı çıkana da terörist deme riyakarlığını sürekli yaptığı için “hayır” dedik.
"Bu düzen en büyük soygun düzenidir"
Savaş politikaları; yağmalanmış ekonomi, çarpıtılmış tarih ve gerçekliğin gündelik gaspından başka bir anlama gelmediği için hayır dedik. Bu iktidar düzeni panik ekiyor, halkın güvenlik duygularını, güven içinde yaşama duygularını sömürüyor, savaş tehdidiyle korkuyu büyüterek yine toplumun çoğunluğunu kendine mecbur etmeye çalışıyor. Tıpkı 7 Haziran- 1 Kasım 2015 arasında olduğu gibi... Halkı yalnızlığa mahkum etmek için yıllardır harcadıkları bu çaba epeyce sonuç da verdi ama artık bu değirmenin suyu bitti. Bu değirmene su taşıyan kaynaklar kurudu; halkın büyük bir çoğunluğu savaşın ne demek olduğunu, savaş politikalarının sonuçlarının ne olduğunu gayet iyi görüyor. Bunların yarattığı sistem; yozlaşmayı alkışlamakta çok çalanı ödüllendirmekte, küçücük çalmaya da çok ağır cezalar vermektedir. Esas en büyük soygun düzenidir. Bu sistem yozlaşmadan başka bir sonuç üretemez. Toplumun her kesimini de her kesiminin temsilcilerini de bu yozlaşmaya ortak etmeye çalışıyor. Birkaç kere dile getirdim, bir kez daha söyleyeyim. Hedefte şimdi Alevi kurumları var. Alevi kurumlarına rüşvet dağıtma anlamına gelecek çeşitli vaatlerle yakınlaşmaya çalışıyorlar. Sanki Alevi toplumu bu tuzağa düşecekmiş gibi. Bu oyunlara en son düşecek kesim, bu oyunlara en son prim verecek toplum kesimi Alevilerdir. Bunu bilsinler. Ahlak, vicdan, adalet inancı olan Aleviliğin kurumları da bireyleri de bütün bu yozlaştırma operasyonunu en kısa zamanda en etkili şekilde boşa çıkaracaktır. Bunu da herkese göstereceklerdir.
"Kürt toplumunu çürütme oyunlarını mutlaka boşa çıkaracağız"
Yozlaştırma politikalarını her alana yayıyorlar. Yandaş yaratıyorlar, Kayyımlar eliyle bizzat Kürt şehirlerinde kendilerine bağlı bir sınıf yaratmaya gayret ediyorlar. Yarattıkları bu sınıfın kendilerini ayakta tutabileceğini düşünüyorlar. Sürekli rant aktarıyorlar. Bu da yetmiyor, toplumu yozlaştırmak için en kirli yöntemleri kullanıyorlar. Fuhuşu teşvik ediyorlar, Kürt gençleri arasında uyuşturucuyu yaygınlaştırmak için her türlü kirli yöntemi kullanıyorlar. Kayyım rejimi tıpkı bu düzenin kendisi gibi yalan, talan ve yozlaştırma rejimidir. Bu rejime karşı hepimizin günlük hayatta her an ve her dakika uyanık olmakta zorunluluğumuz vardır ve bu oyunları boşa çıkaracak mücadeleyi büyütme mecburiyetimiz vardır. Bu yozlaştırma politikalarının toplumda yaratacağı tahribatın büyüklüğünü iyice kavramımız gerekiyor. Bizlerin anlatması, bizlerin göstermesi gerekiyor. Gençlik Meclisimiz bu konuda çalışmalar yürütüyor, onları buradan kutluyorum ama yetmez. Hepimizin, her bir kesimin bu konuda çok daha duyarlı ve çok daha kararlı olması gerekiyor. Bu mekanizmaları; toplumu çürütme, Kürt toplumunu çürütme oyunlarını mutlaka boşa çıkarmak zorundayız. Boşa çıkaracağız da, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
"Barışı büyük bir hareketin hedefi haline getirmenin şartları daha kuvvetlidir"
Yine tezkere ile bağlantılı olarak söyleyeyim. Meclis’te sandalye çoğunluğuna güvenerek bu tezkereleri geçirenler ve bunlara destek verenler bilmelidir ki, Türkiye halklarının ezici çoğunluğu savaş istemiyor. İstediği şey kalıcı barıştır. İktidarın savaş politikalarına rıza üretebileceği bir toplumsal karşılık artık kalmamıştır. Bu tezkere iktidarın kendi koltuğunu kollama ve koruma manevrasıdır. Halkların özgür gelecek ve eşit ortak yaşam arayışına karşı operasyon yapmanın hazırlıklarının delili ve belgesidir. Tezkereye hayır oyları üzerinden önemli bir zemin oluşmuştur. Barışı şimdi daha da büyük bir talep ve büyük bir hareketin hedefi haline getirmenin şartları daha kuvvetlidir. Bunları birlikte yapmamız gerekiyor. Birlikte de yapacağız.
"Halk derin bir yoksulluğa mahkum edilmiştir"
Bu iktidar zamlara doymuyor. Bu zamların, ekonomideki çöküşten ranta, savaşa ve Saray'a kaynak anlayışından bağımsız olmadığını tekrar hatırlatalım. Bugün enflasyon oranları açıklandı. TÜİK'in resmi enflasyon oranı yüzde 2.39, bu sadece Ekim ayı enflasyon oranı. Yıllık enflasyon gıdada yüzde 27.41 olmuş. Bu rakamların gerçeği ne kadar yansıttığı konusunda elbette hepimizin de çok açık net fikirleri var. Mesela Enflasyon Araştırma Grubu diye bir çalışma grubu var, çok değerli işler yapıyor. Onların hesaplamasına göre Ekim ayı enflasyonu 6.9, yıllık enflasyon ise yüzde 49.87. Yani % 50'ye yakın. Gerçek bu. Biz sokaktayız. Her gün halkın içindeyiz. Ülkenin her yerindeyiz. “HDP'liyiz Her Yerdeyiz” kampanyasında bunu yaptık. Ve şimdi deklarasyonumuzu diğer kesimlerle paylaşmayı sürdürüyoruz. Her gün sokaktayız; esnafın, köylünün yanındayız. Gördüğümüz gerçeği esas alırız. Halk derin bir yoksulluğa mahkum edilmiştir. Türkiye'de açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan var ve her enflasyon yükselişinde bunlara yeni milyonlar ekleniyor. İşte bütün bu sonuçlar, iktidarın bir avuç sermayeye bir grup yandaşa rant aktarma politikasındandır. Türkiye'nin bütçesinin önemli bir kısmını savaş politikasına tahsis etmesindendir. Savaşla yoksulluk arasında kopmaz bir ilişki vardır. Savaşlarda bir avuç sermayedar zengin olur. Milyonlara düşen ise sadece evlatlarını kurban vermek değil. Yetmiyor. Bir de ekmeklerinden aşlarından olmaktır. İşte bu nedenle halkın onurlu bir yaşam sürmesi, ekmeğini aşını büyütmesi için savaş karşıtı olmak zorundayız. Bir adım öteye geçerek Büyük Barış Hareketini oluşturmak mecburiyetindeyiz.
"Halka kan kusturanların bu politikalarını durduracağız"
Halkın sesinin yükselmesi önemlidir. Yine bir şairden bir dize okuyacağım. “Dağılmış pazar yerlerine benziyor memleket” diyor “Mendilimde kan sesleri” şiirinde büyük ozan Edip Cansever. Ve bu politikalarla memlekete kan kusturuyorlar. Edip Cansever'den aynı şiirden dizeler aktarayım. “Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri.” Evet söyleyelim bir mendil niye kanar? Halk kan kustuğu için. Kanayan diş değil, kanayan tırnak değil halkın ciğeridir, halkın yüreğidir. Bu iktidar ve bu düzen halka kan kusturduğu için mendillerden kan sesleri geliyor. Biz işte bunu durduracağız. Savaşa karşı demokratik siyasette kararlı yürüyüşümüzü, Türkiye'nin sorunlarına çözüm üretme irademizi sağlam tutarak ve daha da büyüterek yolumuza devam edeceğiz. Halka kan kusturanların bu politikalarını durduracağız. Halkın mendili karanfil kokmalıdır karanfil, kan değil!
"Savaşa hayır demek, ekonomik talanı sona erdirir"
Bizler bugün barış dedikçe iktidarın aklına gelen şey "savaş kararlarımızın önünde diz çökün, bize biat edin” demek oluyor. Biz de diyoruz ki hayır! Çünkü bu savaş politikalarının bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına kan kusturduğunu görüyoruz. Asla bunun karşısında, savaş politikaları karşısında diz çökmeyeceğiz. Biz böyle bir gelenekten geliyoruz. Barış içinde yaşama hedefi ve mücadelesi bizim varlık sebebimizdir. Kamuoyu da bilmelidir ki savaşa hayır demek, ekonomik talanı sona erdirir. Evet demek ise yolsuzluğu, yoksullaşmayı ve kirlenmeyi büyütür. Şimdi yaşadığımız gerçeklik budur. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına doğru ilerliyoruz. 2 sene kaldı. İlk yüzyılda Cumhuriyet demokrasi ile bir türlü buluşamadı. Bugünkü tek adam rejimi geçmişteki tek parti döneminden, askeri darbe ve otoriter yönetimlerden farklı değildir. Daha doğrusu o gelenekten beslenmektedir. Bugünkü iktidar tek parti anlayışından, darbeci zihniyetlerden beslenmektedir. Ve bunları her gün daha da ileriye götürmektedir. Bu tekçi toplum ve devlet anlayışı, Cumhuriyetin ilk yüzyılına maalesef damga vurmuştur.
Şimdi bizlerin yapması gereken şey Cumhuriyetin ikinci yüzyıla girerken artık demokrasiden, demokratik cumhuriyetten kaçışın mümkün olmadığını herkese anlatmaktır. Bu ülkenin gençleri hiç olmadığı kadar bir arada yaşama iradesini yükseltiyor. Farklılıklarına rağmen ortak bir gelecek kaygısı taşıyor ve özgürlük, demokrasi, nefes alma talepleri gün geçtikçe büyüyor. Sürekli olarak demokrasiden kaçan tekçi anlayış, bu toplumun bir arada yaşama iradesi ve tüm baskılara rağmen tekleştirilemeyen farklılıklar karşısında bedenlere dar geliyor.
"Üçüncü Yol demokratik cumhuriyeti inşa etmektir"
İşte Cumhuriyetin bu ilk yüzyılından bir yaşadıklarımız ve toplumun çoklu taleplerine tekçi yanıt üreten iki yol dışında bir seçenek sunuyoruz: Üçüncü Yol. Üçüncü Yol kısaca nedir diye sorarsanız uzun uzun anlatırım ama sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim. Üçüncü Yol demokratik cumhuriyeti inşa etmektir. Cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak, iç içe geçirmek, ayrılmaz hale getirmektir. Üçüncü Yol "biz bize benzeriz" diyenlerin değil, "biz bize saygı duyarız, haklarımızı tanırız" diyenlerin yoludur. Mevcut merkeziyetçi, otoriter, anti demokratik siyasal sisteme düzene itirazı olanların gücünü açığa çıkarma, bu gücü örgütleyerek demokratik ve özgürlükçü bir siyasal düzen yaratma çabasıdır. Türkiye'nin Kürt sorunu başta olmak üzere toplumsal ve siyasal sorunlarını derinleştiren anlayışlara karşı çözümü, halkta, toplumda, eşit ortak yaşamda özgür gelecekte aramaktır Üçüncü Yol.
Kimliği, kültürü, dili ve dini ile her alanda tek tip bir ülke ve toplum dayatmalarına karşı çoğulcu, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı özgürlükçü ve demokratik bir ülkeyi savunmaktır. Üçüncü Yol özgürce bir arada yaşamak, ekmeği de kimliği de paylaşmaktır, demokratik seçenektir. Bu ülkenin geleceğini inşa etmek için en aydınlık, en ferah yoldur. Noam Chomsky’nin de dediği gibi “demokrasi insanların izleyici değil oyuncu olduğu bir sistemdir.” Bu sistemin sahnesi de cumhuriyettir.
"Demokrasi olmadan cumhuriyeti koruyamazsınız"
Gelin ikinci yüzyıla giderken Üçüncü Yolda birleşelim. İlk yüzyılla yüzleşelim ve demokratik cumhuriyeti hep birlikte inşa edelim! Demokrasisiz cumhuriyette ısrar sadece demokrasiyi değil, bizatihi cumhuriyeti de gözden çıkarmaktan başka bir sonuç üretmez. Yani cumhuriyet demokrasi ile buluşmadıkça ve iç içe geçmedikçe, cumhuriyetten de geriye bir şey kalmayacak diye ciddi ciddi düşünmesi gerekiyor insanların. “Cumhuriyet yeter, demokrasiden gerektiğinde vazgeçilir” diyenler, cumhuriyeti de gözden çıkarmışlardır. O nedenle diyoruz ki eğer cumhuriyeti hakikaten savunuyorsanız, demokrasi olmadan onu koruyamazsınız. Demokratik cumhuriyete giden yol işte bizim inşa ettiğimiz, büyüttüğümüz, yürüdüğümüz yoldur. Bu yolda başarı kazanacağımızdan şüphemiz yoktur, halklarımız da buna inansın. Yolumuz açıktır. Hepinizi tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyorum." dedi.