- Katılım
- 8 Ekim 2019
- Mesajlar
- 899
Çağdaş Gazeteciler Derneği, 29. Adalet ve Demokrasi Haftası kapsamında, Ankara’da; "Nefesi Kesilmek İstenen Gazetecilik" başlıklı bir panel düzenlendi. Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde yapılan panele; gazeteciler Faruk Bildirici, Rıdvan Akar ve Yıldız Yazıcıoğlu konuşmacı olarak katıldı. Panelin moderatörlüğünü de ÇGD Genel Başkan Yardımcısı Şeyma Paşayiğit yürüttü.
Medya Ombudsmanı gazeteci Faruk Bildirici, panelde; “Demokrasi bizim oksijenimizdir. O oksijen olmazsa, biz iş yapamayız. O nedenle nefessiz kalıyoruz, o nedenle güçsüzüz” dedi.
Gazeteci Rıdvan Akar ise “Bugün üsteğmenlere, albaylara, generallere ihtiyacımız yok kendi içerisinde bir ‘iletişim kurulu’ diye ifade edilen bir kurul üzerinden 12 Eylül karanlığını şu veya bu şekilde bize yaşatan bir süreç ile malulüz" diye konuştu.
Şeyma Paşayiğit, son dönemde gazetecilerin yaşadığı baskıları aktardı. Panelin başlığının, gazetecilere yönelik polis şiddetine işaret ettiğini belirten Paşayiğit, “Gazetecilerin nefesinin kesilmesi sadece bu olaya ilişkin değildi. İktidar baskılarının yanı sıra özellikle şu an bindiğimiz taksiden girdiğimiz markete kadar her yerde konuşulan ekonomik kriz de gazetecileri etkiledi. Gazetecilerin zaten sürekli hakları kırpılıyordu. Buna bir de liranın erimesi de eklendi. 13 yıl sonra ilk kez bir basın kuruluşunda gazeteciler greve çıktı. BBC çalışanı meslektaşlarımızın soğuğa ve kara rağmen yüklendiği irade yankı buldu. Bu grevin başarı ile sonuçlanması şüphesiz tüm basın çalışanları için olumlu sonuçlar yaratacak" dedi.
Bildirici: İki kutuplu medyanın ortasındayız
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, patronların her zaman gazetecilere hak verilmesine karşı çıkıldığını, bugün de iş olanakları daraldığı için çok zor durumda kalındığını vurguladı. Faruk Bildirici, şöyle konuştu:
Gazeteci Rıdvan Akar, ÇGD'nin 1989'da İstanbul Şubesi'nin kurulma sürecini aktardı. Rıdvan Akar, şunları söyledi:
Yazıcıoğlu: 20 yıllık AK Parti iktidarıyla birlikte gazetecilerin istihdam olanakları yüzde 1’lerle sınırlı kaldı
Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu, sosyal medyanın gazeteciliğe dünden bugüne etkileri üzerine konuştu. Yıldız Yazıcıoğlu, şunları söyledi:
Medya Ombudsmanı gazeteci Faruk Bildirici, panelde; “Demokrasi bizim oksijenimizdir. O oksijen olmazsa, biz iş yapamayız. O nedenle nefessiz kalıyoruz, o nedenle güçsüzüz” dedi.
Gazeteci Rıdvan Akar ise “Bugün üsteğmenlere, albaylara, generallere ihtiyacımız yok kendi içerisinde bir ‘iletişim kurulu’ diye ifade edilen bir kurul üzerinden 12 Eylül karanlığını şu veya bu şekilde bize yaşatan bir süreç ile malulüz" diye konuştu.
Şeyma Paşayiğit, son dönemde gazetecilerin yaşadığı baskıları aktardı. Panelin başlığının, gazetecilere yönelik polis şiddetine işaret ettiğini belirten Paşayiğit, “Gazetecilerin nefesinin kesilmesi sadece bu olaya ilişkin değildi. İktidar baskılarının yanı sıra özellikle şu an bindiğimiz taksiden girdiğimiz markete kadar her yerde konuşulan ekonomik kriz de gazetecileri etkiledi. Gazetecilerin zaten sürekli hakları kırpılıyordu. Buna bir de liranın erimesi de eklendi. 13 yıl sonra ilk kez bir basın kuruluşunda gazeteciler greve çıktı. BBC çalışanı meslektaşlarımızın soğuğa ve kara rağmen yüklendiği irade yankı buldu. Bu grevin başarı ile sonuçlanması şüphesiz tüm basın çalışanları için olumlu sonuçlar yaratacak" dedi.
Bildirici: İki kutuplu medyanın ortasındayız
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, patronların her zaman gazetecilere hak verilmesine karşı çıkıldığını, bugün de iş olanakları daraldığı için çok zor durumda kalındığını vurguladı. Faruk Bildirici, şöyle konuştu:
Akar: Bugün gazetecilik açısından yaşadığımız karanlık 12 Eylül dönemiyle mukayese edilebilir bir konumda"1980’lerden itibaren Türkiye’de medya yapısının değişmesiyle birlikte medyaya yayıncılık dışından bir takım iş insanlarının girmeye başlaması ve sonra kartelleşmeyle birlikte düşünün neler oldu? Aydın Doğan medyaya girdi. Ve Aydın Doğan’ın ilk yaptığı şeylerden birisi gazetecilerin sendikalarını ortadan kaldırmaktı. Sendikalardan istifa ettirmekti, önce Milliyet’te, sonra Hürriyet’te. Gazetecileri örgütsüzleştirdiler. Aydın Doğan ile Dinç Bilgin iki büyük grup anlaştılar ve birbirlerinden attıkları elemanları almama üzerine anlaşma yaptılar. Ve çalışanlar hiçbir şey yapamadılar. Önceden, gazetecilerin şöyle bir özgürlüğü vardı. Patrona kızdığın zaman ceketini alıp çıkarsın ve başka bir yerde iş bulabilirsin, iyi gazeteciysen; böyle bir özgürlüğümüz vardı ve onu elimizden aldılar.
Şimdi iki kutuplu medyanın ortasındayız. Yani bir kutupta çalışan gazeteci arkadaşımızın zaten öteki kutba gitmesi, orada çalışabilmesi mümkün değil. İş olanakları daraldı. Zaten ekonomik kriz var, yeni kadrolar açılmıyor. Gazetecilerin bir yerden ayrıldığı zaman başka yerde iş bulma şansı hiç yok. Ve bir gazetecinin patronu itiraz edecekse ya da yazılmasını istemediği bir şeyi ‘yaz’ diye diretiyorlarsa yazmamak gibi bir lüksü yok.
Ben bugün iktidarın görüşlerini propaganda yapmayı, gerçekleri gizlemeyi içselleştiren medya çalışanlarını bir kenara bırakıyorum. Ama, orada çalışan özellikle genç arkadaşları da anlıyorum. Çok zor durumdalar, güçleri yok. Diğer tarafa bakıyorsunuz, orada da gazeteciler zaten dar olanaklar içinde gazetecilik yapmaya çalışıyorlar. Bugünlerden çıktığımızda herhalde, biz suyun altında uzun süre kalmış, nefes alamamış insanlar gibi olacağız. ‘Oh be’ diyeceğiz. Biz gazeteciler her zaman demokrasi koşullarında işimizi yapabiliriz. Demokrasi bizim oksijenimizdir. O oksijen olmazsa, biz iş yapamayız. O nedenle nefessiz kalıyoruz, o nedenle güçsüzüz. Bizi sınırlandıran sadece patronların gücü de değil, iktidarın gücü de bizi sınırlandırıyor.”
Gazeteci Rıdvan Akar, ÇGD'nin 1989'da İstanbul Şubesi'nin kurulma sürecini aktardı. Rıdvan Akar, şunları söyledi:
“Bugün gazetecilik açısından yaşadığımız karanlık 12 Eylül dönemiyle mukayese edilebilir bir konumda… Bugün üsteğmenlere albaylara generallere ihtiyacımız yok kendi içerisinde bir ‘iletişim kurulu’ diye ifade edilen bir kurul üzerinden 12 Eylül karanlığını şu veya bu şekilde bize yaşatan bir süreç ile malulüz. Oysa 12 Eylül sürecinde ilerici, solcu gazeteciler kendilerine iş mobilizasyonu doğrultusunda iş bulabiliyorlardı…Gazetecilerin mobilizasyonunun hiç kalmadığı bir dönemden geçiyoruz. Gazetecilik geçmişte en uç boyutlarıyla MİT tarafından güvenlik soruşturmalarıyla o da ihtiyaç varsa değerlendirilirken bugün twitter üzerinden sosyal medyadaki bir paylaşımınız bir fotoğrafınız üzerinden sizin GBT’nizi yaparak iş güvenliğinizi tehlike altına alabiliyorlar. Geçmişte yani 80’li yıllarda gazetecilik serüveninde gazetecilik bir havuç politikasıyla yönetilmeye çalışıldı. Ve bu havuç politikasında ağırlıklı olarak 'eğer benimle yürürsen bunun ödülünü alırsın’ şeklinde Turgut Özal tarafından geliştirilmiş ve veciz bir biçimde ‘medyada iki buçuk gazete var, kalacak’ şeklinde bir kehanete dayanan bir anlayış söz konusuydu. İki buçuk gazeteden kastı, kendisine muhalif olan gazete, kendisini destekleyen gazete ve ‘Babıali Pravda’sı’ diye o dönemde kendisi ve çevresi tarafından nitelenen Cumhuriyet Gazetesi’ydi…Bir rekabet vardı ve bu rekabet içerisinde gazetecilik kendi reflekslerini ve gazetecilik faaliyetini sürdürebilecek imkanlara sahipti. Daha önemlisi donanıma ve gazetecilere sahipti. Ancak 2007’den AK Parti’nin artık Türkiye’deki medya yapısını neredeyse radikal bir biçimde değiştirdiğini ve dönüştüğünü görüyoruz.”
Yazıcıoğlu: 20 yıllık AK Parti iktidarıyla birlikte gazetecilerin istihdam olanakları yüzde 1’lerle sınırlı kaldı
Gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu, sosyal medyanın gazeteciliğe dünden bugüne etkileri üzerine konuştu. Yıldız Yazıcıoğlu, şunları söyledi:
“20 yıllık AK Parti iktidarıyla birlikte gazetecilerin istihdam olanakları yüzde 1’lerle sınırlı kaldı. Yani maksimum yüzde 5 diyelim. Bu yüzde 5 iktidarı hala rahatsız ediyor. O yüzde 5’in içine sıkışmaya çalışan gazetecilerde daha da nefesi kesiliyor ve boğuluyor. Çünkü bir alternatifiniz yok, gidecek bir yeriniz yok…Nefesi kesilen gazetecilik, polise karşı mücadele edebilirsiniz. Biber gazını yediğinizde limon yardımına koşarsınız, ayran içersiniz. Biraz dayak yediğinizde sağlık kuruluşuna başvurursunuz, evde birkaç gün sıkıntılarını yaşamaya devam edersiniz. Cezaevine düştüğünüzde, bununla da mücadelede edebilirsiniz ama mücadele edemeyeceğiniz şey gazeteciliğinizi yapamayacak olmanız. Bunu soru soramayan gazeteciler noktasında da görüyoruz. Zannediliyor mu ki acaba o soru soramayan gazetecilerin hepsi iktidarla hem fikirler ya da o gazetecilerin hepsi soru sormayı bilmiyorlar. Hayır. Biliyor ki o soruyu sorduğunda temsilcisi aranacak, yöneticisi aranacak ve gazetecilik mesleğini belki sürdüremeyecek. Çünkü, orada işsiz kaldığında gidebileceği alternatifi görmüyor. Bugünün çıkmazı bu temel nefesimizin kesildiği noktada bu.”